Send Your Comments

 
AB’nin ne kadar istekli olduğunu şimdi göreceğiz.

Ülkemizin çağdaşlaşması için AB müktesebatına uyum sağlayıp, AB mevzuatını mutlaka uygulaması gerektiğini kesinlikle savunuyorum. Ülkemizin karar mekanizmalarındaki güç dengelerini gözetirsek, AB’ye girmemiz acısız olmayacak. Ancak Türkiye’nin AB’ye girmesi için başta AB olmak üzere kimse yardımcı olmuyor. Polonya’da AB’ye karşı güven bunalımı yaşandığı dönemde AB yetkilileri Varşova’ya çıkartma yapmıştı. Türkiye’ye karşı ise cılız bir politika izliyorlar. Avrupa Komisyonu başkanları ile AP başkanı en az 5 yıldan bu yana Türkiye’ye resmi ziyarette bulunmadılar. AB’nın bu çekimserliği Türkiye’deki AB karşıtlarının ekmeğine yağ sürüyor.

Türkiye’de Avrupa Birliği konusunda dört kategori insan bulunuyor.
Birinci kategoride Türkiye’nin AB’ye girmesi gerektiğini her yerde söyleyen ancak girmemesi için elinden geleni yapan bir grup insan var. Bunlar demokrasi adına ellerindeki güç veya yetkiyi devretmek istemiyorlar. En tehlikeli grubu oluşturduklarını da açıkça söyleyebiliriz.
İkinci grup ise Türkiye’nin AB’ye girmesini istemiyor ve ciddi gerekçeleri var. Bu fikri paylaşmasam bile, düşüncelerine saygı gösteriyorum çünkü en azından AB-Türkiye ilişkileri konusunda açık ve net bir görüş savunuyorlar.
Üçüncü grup ise romantik bir yaklaşım ile Türkiye’nin AB’ye üye olmasını istiyor ancak AB’nın de tam olarak ne olduğunu Türkiye’nin AB’ye üye olması için hangi fedakârlıklarda bulunmaları gerektiğini de bilmiyor.
Dördüncü kategori ise AB’nın ne olduğunu, Türkiye’nin AB’ye üye olması için hangi fedakârlıklarda bulunması gerektiğini, hangi hususlarda reform yapması gerektiğini biliyor ve bu çerçevede bilinçli bir şekilde Türkiye’nin AB’ye girmesini savunuyor.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesini savunmak medeni bir görüş. Ancak hangi koşullarda girmesi gerektiğinin de tartışılması gerekiyor. Koşuldan kastım nedir?
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, aşırı sevgi ile aşırı nefret arasında gidip geliyor. Gerek AB cephesinde, gerekse Türkiye de ilişkileri rasyonel ve mantık üzerine kurmak için herhangi bir çaba yok.

TAKVİM ŞART
Oysa AB-Türkiye ilişkilerinde ciddi bir eylem planı ile bir takvim gerekiyor.
Eylem planında Türkiye’nin AB ile ne zaman, hangi koşulda müzakerelere başlayabileceğinin açıklık kazanması gerekiyor.
Kopenhag kriterleri oldukça nesnel ve rasyonel görünse bile yoruma açık. Bu çerçevede AB’nın Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini hangi ölçüde yerine getirdiği andan itibaren üyelik müzakerelerine başlayabileceğini açıklaması gerekiyor. En azından Avrupa Komisyonun, Türkiye’nin Kopenhag kriterlerinde hangi hususları yerine getirmeye başladığı andan itibaren Avrupa Birliği Konseyine üyelik müzakerelerinin başlatılmasını teklif edeceğini açıkça söylemesi gerekiyor. Burada artık lamı cimi bırakmak gerekiyor. Bu sayede hem AB’nin Türkiye’nin adaylığı konusunda ne kadar ciddi olduğunu öğreniriz, hem de Türkiye’nin AB’ye üye olmak için ne kadar istekli olduğu ortaya çıkar.
AB’NİN GEREKÇE BORCU VAR

Bir ekleme yapmakta yarar var. AB’ye üye ülkelerin devlet ve hükümet başkanları 1997 yılının Aralık ayında Lüksembourg zirvesinde AB’ye aday ülkeleri belirlediler. Ben de oradaydım. Belirlenen ülkeler arasında bir tek Türkiye yoktu. Ardından 31 mart 1998 yılında Estonya ile üyelik müzakerelerine başlandı. Oysa Estonya’da Rus topluluğu ile hala sorunlar yaşanıyordu ve Estonya Kopenhag kriterlerini tam olarak yerine getirmiyordu. Estonya’daki Rus topluluğu sorunu kısmen 2000 yılında çözüldü. Onun için Avrupa Komisyonu bu hususta Türkiye’ye gerekçe borcu vardır. Estonya misalini verdim, ama daha başka misaller var. Örneğin Litvanya, Romanya, Macaristan gibi.
Türkiye-AB ilişkilerini 1963 yılında imzalanan Ankara anlaşmasına dayandığı her fırsatta hatırlatılır ama Türkiye’nin neden henüz AB’ye üye olmadığı konusunu nadiren sorgulandığı gibi Türkiye cephesindeki sorumluları hiçbir zaman aranmaz, nedenleri soruşturulmaz.

AB DE GAYRİ CİDDİ DAVRANIYOR
Siyaset yapayım, biraz parlayayım derken, ülkenin kaynaklarını siyaset yapmak için kullanayım derken, AB konusu biraz unutuldu. Moratoryum ile uygulanmayan bir idam cezasının kaldırılmaması konusundaki ısrarları anlamak ne kadar mümkün değilse, aynı şekilde AB’nın Türkiye’ye neden bu kadar gayri ciddi davrandığına anlam vermek mümkün değil.
Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen’i bir kenara bırakırsak, AB’nın önde gelen diğer isimlerinin Türkiye’ye gelerek AB konusunda neden somut destek vermediklerini hala bir soru işareti? Ya Türkiye’nin adaylığı konusunda samimiler ve o çerçevede Polonya’ya veya Macaristan’a veya Kıbrıs’a yaptıkları gibi Türkiye’ye sırayla gelerek hem resmi temaslarda bulunurlar, hem de AB’nin Türkiye’yi içine almak istediği konusunda samimiyetlerini bildirirler, ya da açıkça düşüncelerini ifade ederler. Ancak Türkiye için AB konusu çocuk oyuncağı değil. Bütün bir ulus, bütün bir toplum bu konuya umut bağlamış durumda.
Ve yine AB cephesinde kimse doğruları saptırma çabalarına girmesin. AB’nin kamuoyu araştırma merkezi Eurobarometre Polonyalı yurttaşların AB konusunda karamsar olduğunu tespit ettiği andan itibaren AB, Polonya’ya adeta çıkartma yaptı. Dönemin Avrupa Parlamentosu başkanı Gil de Robles Varşova ve Gdansk’ta temaslarda bulundu. Ardından Avrupa Komisyonu başkanı Jacques Santer ile genişlemeden sorumlu Komisyon üyesi Hans Van der Broek Polonya’ya gitti. Ardından yine AP Dış ilişkiler Komisyonu başkanı Piet Dankert de yine Polonya’ya gitti.
Polonya’da halk AB’nın tarım reformunu uygulama konusunda sorunlar yaşadı. Yine bir güven bunalımına girildi. Aynı şekilde yine aktörlerin halefleri Polonya’ya giderek güven tazelemeye çalıştılar.
Polonya diye misal verdim. Ancak Çek Cumhuriyeti’nde de aynı sorunlar yaşandı ve aynı seferberliğe şahit olduk.

 

TÜRKİYE’YE YETERLİ MOTİVASYON VERİLMİYOR

Türkiye’nin henüz AB ile üyelik müzakerelerine başlamamasının en büyük sebebinin Türkiye’deki siyasetçiler olduğuna kimsenin şüphesi yok. Reform yapmakta zorluk çeken siyasiler AB’ye girme konusunda isteksiz görünüyorlar. Veya en azından AB karşıtı görüşlerinin baskısı karşısında etkisiz kalıyorlar. Ancak Avrupa Birliği’nin de Türkiye’nin üyelik müzakerelerine başlamaması konusunda dahil olduğu kesin.
Ülkemizde yapılan reformları destekleyen, atılan olumlu adımların devamını sağlamak için cesaretlendiren hiçbir açıklama, veya adım gelmiyor.
Verheugen dışında , diğer AB yetkilileri, Türkiye’ye son 5 yıldan bu yana hiç uğramamışlar. Depremde bile uğramamışlar.
Ne Avrupa Parlamentosu başkanı, ne AP’deki siyasi partilerin grup başkanları (Sosyalist grup başkanı Baron Crespo dışında), ne de Komisyon üyeleri. Keza Avrupa Komisyonu başkanları da Türkiye’ye hiç uğramamışlar. AB donem başkanlığını üstlenen ülkelerin Başbakanları da Türkiye’de pek görülmedi. Kısa adi AGSP olan Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası konusunda sorun yaşanırken, Belçika Başbakanı Guy Verhofstadt Türkiye’ye gelerek Başbakan Bülent Ecevit ile bir görüşme yaptı. Görüşmenin sebebi de AGSP konusunda yaşanan sorunun bir an önce çözümlenmesi için formül aramaktı. Yani AB-Türkiye ilişkilerinde sorun yaşanmasa Türkiye’ye uğrayan olmayacak. Bu da AB’ye üye ülkelerin adaylığımız konusunda ne kadar ciddi olduklarını gösteriyor.
Aslında Türkiye AB konusunda ne kadar ciddi ise, AB de o kadar ciddi gibi görünüyor. Ama AB’nın bu umursamaz tavrı, Türkiye’deki AB karşıtlarının ekmeğine yağ sürüyor.
Türkiye’de her şey toz pembe değil. hiçbir siyasetçi sütten çıkmış ak kaşık değil. Ancak AB de melekler tarafından yönetilmiyor. AB’deki yöneticilerin de kusurları çok. Ama herkes sadece Türkiye’nin kusurlarını on plana koyuyor. Oysa Türkiye’nin AB konusundaki yükümlülüklerini vaktinde yapmamasındaki tutumda AB’nın dahli büyük. Cesaret kırıcı olaylar yaşanıyor.
Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen’in Türkiye konusunda çok iyi niyetli davrandığını söyleyebiliriz. Aynı şekilde Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu genel müdürü Eneko Landaburu da aynı iyi niyeti gösteriyor. Hatta Türkiye’yi de Türkiye’deki tartışmaları da çok anlayışla karşılıyor çünkü ülkesi İspanya’nın da aynı dönemlerden geçtiğini biliyor. Ancak Komisyonun Türkiye masasında çalışan ” işçileri ” veya ” memurları ” için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. Bu kişiler sadece önyargıları ile hareket eden ve önyargıları ile Türkiye’yi analiz eden kişiler. Kıbrıs konusunda bir sorun yaşanırken hemen suçu Başbakan Bülent Ecevit’e atıyorlar. Veya AGSP konusunda bir sorun yaşanırken sucu hemen MGK üyelerinin üstüne atıyorlar. Bir başka değişle Türkiye’deki siyasi dengeleri ve karar mekanizmalarını bunca yıldan sonra anlamış değiller. Hemen basit çözümlere kaçıyorlar. Hal böyle olurken AB fobisinin Türkiye’deki AB karşıtları mı yoksa AB kendisi mi yaratıyor belli değil.
Türkiye’nin mutlaka AB’ye üye olması gerektiği ısrarla vurgulamak gereken. Ancak AB’ye üyelik bir müzakereden geçer. Müzakerede de tarafların fikirlerini açıklayarak, samimi ve ciddi bir diyalog ile uzlaşmaya çalışılır. Fedakarlıklar tek taraflı olmamalıdır. Her iki taraf da fedakarlıkta bulunmalıdır.

AB İDAM CEZASININ KALKMASINA HAZIR DEĞİL!
Avrupa Birliği Konseyi’nin genişlemeden sorumlu üst düzey bir yetkili Türkiye’nin altı ay içerisinde Kopenhag kriterlerinde yer alan azınlık haklarını sağlayıp idam cezasını kaldırdığı taktirde AB’nın paniğe kapılacağını açıkça ifade etti. Neden diye sorduğum vakit : “Çünkü biz buna hazır değiliz. Yani ne bütçe açısından ne de siyasi açıdan. “.
Peki siz Türkiye’nin bu kriterleri ne zaman yerine getireceğini düşünüyorsunuz diye sorduğum zaman da : “Bütçe açısından 2006 yılından önce Türkiye”ye ödenek ayırmak biraz zor olacak. Siyasi açıdan da AB”ye üye ülkelerdeki seçimleri göz önünde bulundurursak 2004 yılından önce üyelik müzakerelerini açmayı hesaplamıyorlar. Ama siz teknik olarak hazır olduğunuz vakit engellemek de çok zor olacak çünkü vakit kazanmak için AB’nin elinde fazla malzeme kalmayacak. Üstelik Kıbrıs sorunu çözülürse, hiç malzeme kalmaz o zaman ” şeklinde yanıtladı.
” Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla. ”

*** Güldener Sonumut - 10 Mart 2002
Konu Basi
 
Top