Türkiye’nin henüz AB ile üyelik müzakerelerine başlamamasının en büyük sebebinin Türkiye’deki siyasetçiler olduğuna kimsenin şüphesi yok. Reform yapmakta zorluk çeken siyasiler AB’ye girme konusunda isteksiz görünüyorlar. Veya en azından AB karşıtı görüşlerinin baskısı karşısında etkisiz kalıyorlar. Ancak Avrupa Birliği’nin de Türkiye’nin üyelik müzakerelerine başlamaması konusunda dahil olduğu kesin. Ülkemizde yapılan reformları destekleyen, atılan olumlu adımların devamını sağlamak için cesaretlendiren hiçbir açıklama, veya adım gelmiyor. Verheugen dışında , diğer AB yetkilileri, Türkiye’ye son 5 yıldan bu yana hiç uğramamışlar. Depremde bile uğramamışlar. Ne Avrupa Parlamentosu başkanı, ne AP’deki siyasi partilerin grup başkanları (Sosyalist grup başkanı Baron Crespo dışında), ne de Komisyon üyeleri. Keza Avrupa Komisyonu başkanları da Türkiye’ye hiç uğramamışlar. AB donem başkanlığını üstlenen ülkelerin Başbakanları da Türkiye’de pek görülmedi. Kısa adi AGSP olan Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası konusunda sorun yaşanırken, Belçika Başbakanı Guy Verhofstadt Türkiye’ye gelerek Başbakan Bülent Ecevit ile bir görüşme yaptı. Görüşmenin sebebi de AGSP konusunda yaşanan sorunun bir an önce çözümlenmesi için formül aramaktı. Yani AB-Türkiye ilişkilerinde sorun yaşanmasa Türkiye’ye uğrayan olmayacak. Bu da AB’ye üye ülkelerin adaylığımız konusunda ne kadar ciddi olduklarını gösteriyor. Aslında Türkiye AB konusunda ne kadar ciddi ise, AB de o kadar ciddi gibi görünüyor. Ama AB’nın bu umursamaz tavrı, Türkiye’deki AB karşıtlarının ekmeğine yağ sürüyor. Türkiye’de her şey toz pembe değil. hiçbir siyasetçi sütten çıkmış ak kaşık değil. Ancak AB de melekler tarafından yönetilmiyor. AB’deki yöneticilerin de kusurları çok. Ama herkes sadece Türkiye’nin kusurlarını on plana koyuyor. Oysa Türkiye’nin AB konusundaki yükümlülüklerini vaktinde yapmamasındaki tutumda AB’nın dahli büyük. Cesaret kırıcı olaylar yaşanıyor. Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen’in Türkiye konusunda çok iyi niyetli davrandığını söyleyebiliriz. Aynı şekilde Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu genel müdürü Eneko Landaburu da aynı iyi niyeti gösteriyor. Hatta Türkiye’yi de Türkiye’deki tartışmaları da çok anlayışla karşılıyor çünkü ülkesi İspanya’nın da aynı dönemlerden geçtiğini biliyor. Ancak Komisyonun Türkiye masasında çalışan ” işçileri ” veya ” memurları ” için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. Bu kişiler sadece önyargıları ile hareket eden ve önyargıları ile Türkiye’yi analiz eden kişiler. Kıbrıs konusunda bir sorun yaşanırken hemen suçu Başbakan Bülent Ecevit’e atıyorlar. Veya AGSP konusunda bir sorun yaşanırken sucu hemen MGK üyelerinin üstüne atıyorlar. Bir başka değişle Türkiye’deki siyasi dengeleri ve karar mekanizmalarını bunca yıldan sonra anlamış değiller. Hemen basit çözümlere kaçıyorlar. Hal böyle olurken AB fobisinin Türkiye’deki AB karşıtları mı yoksa AB kendisi mi yaratıyor belli değil. Türkiye’nin mutlaka AB’ye üye olması gerektiği ısrarla vurgulamak gereken. Ancak AB’ye üyelik bir müzakereden geçer. Müzakerede de tarafların fikirlerini açıklayarak, samimi ve ciddi bir diyalog ile uzlaşmaya çalışılır. Fedakarlıklar tek taraflı olmamalıdır. Her iki taraf da fedakarlıkta bulunmalıdır.
|