Send Your Comments

 
Bu yazılar Erol Manisali'nın yayımlanan siteden alıntıdır.
Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri hakkında bir özet verebilmek için, öncelikle konuya nasıl baktığımı ortaya koyacağım.

1. Türkiye, AB'ye tabi olursa buradan kazanacak bir tek taraf vardır: Türkiye kazanır.

2. Türkiye'nin AB'ye, Fransa veya İspanya gibi normal koşullarda bir aday olması, fazladan bir bedel ödememesi gerekir.

3. 1969 yılından beri Türkiye-AB ilişkileri üzerine çalışan bir öğretim üyesi olarak, AB'nin, Türkiye'yi içine almayacağını savunuyorum.

4. Türkiye-AB ilişkilerinde mevcut ilişki düzenimizi ele aldığımızda, normal, uygar bir ülkenin ilişki düzeni içinde olmadığını görürüz. Tek yanlı bir ilişki biçimindedir. Türkiye tam üye yapılmadan, şu anda kurulmuş olan ilişki düzeniyle, uzun süre ilişkilerini götüremez.

AB'ye girmek bir futbol kulübüne girmek, sinemaya girmek gibi değildir elbette. AB'ye tam üye olmak demek, geleceğin Avrupa Birleşik Devletleri içinde yer almak demektir. Geleceğin Avrupa Birleşik Devletleri'nin yöneticilerinden biri olmak demektir. Neden Türkiye'nin AB'ye girmesinin bu kadar ağır bedelleri olduğunu anlatabilmek için birkaç teknik bilgi vermek istiyorum.

AB Üyeliğinin Getirdikleri
AB'ye tam üye ülkeler içinde nüfus büyüklüğüne göre temsil statüsü, yapısı, mekanizması vardır. Nüfusu kalabalık olan ülkeler, AB Parlamentosu’nda daha fazla milletvekiline sahiptirler. Aynı zamanda yönetimde, idarede, icra dairesinde daha fazla müdürlüklere sahiptirler. Bugün Almanya'nın, Fransa'nın, örneğin Hollanda'ya, Yunanistan'a, Portekiz'e oranla sahip olduğu müdür sayısı, yönetici sayısı çok daha fazladır.

Bu Türkiye'yi neden ilgilendirir?

Girdiği zaman, hele nüfus artış oranımızın diğer ülkelere oranla çok daha yüksek olduğunu hesaba katarsak, yirmi-otuz yıl sonra Türkiye, Almanya ile beraber Avrupa'nın en büyüğü olarak yönetimde; siyasi, ekonomik, idari, mali yönetimde direksiyonun başındaki ülke konumuna gelir. Tam üye ülkeler açısından işgücü dolaşımı serbesttir, sınır yoktur. Buradan Ankara'ya gider gibi, Roma'ya, Paris'e, Viyana'ya gitme durumu söz konusudur.

Bu, ne sonuç doğurur?

İstihdam olanakları, ücret düzeyinin farklılığı ve orada yaşamanın çekiciliği, cazibesi göz önünde tutulursa, hele genç nüfus oranı yüksek olan Türkiye'de 15-20 milyon insanın Avrupa ülkelerine gitmesi söz konusudur. Çok doğaldır bu da. Bundan dolayı da AB, Türkiye'yi alamıyor. Çünkü her giden Türk genci, bir Avrupalıyı, AB'liyi işsiz bırakır. Türkiye, Bengal'le veya Sudan'la tam bir bütünleşmeye gitse, meclislerini de birleştirse, hükümetleri de birleştirse Türkiye-Sudan Federasyonu, ya da Türkiye-Bengal Federasyonu kursa, işgücü dolaşımı da serbest olsa, herhalde Türkiye'den Sudan'a veya Bengal'e değil, oralardan Türkiye'ye insan gelir. Çünkü orada işsizlik oranı çok daha yüksektir ve ücretler Türkiye'den çok daha düşüktür. Aynı şey Türkiye-AB ilişkileri için de söz konusudur.

AB sistemine göre, zenginler fakirlere -tam üye olduktan sonra- içeriden sürekli gelir transferi yapmak durumundadırlar. Mesela Yunanistan bugün, AB'den yılda 4,5 milyar dolar gelir elde ediyor. Türkiye için yapılan hesaplara göre ise, bunun alt sınırının 12 milyar dolar civarında olduğu söyleniyor. Bunu da Avrupalı vergi ödeyen insanlar ödeyecek.

Türkiye, AB içinde yer alması durumunda Avrupa'nın yönetimine katılması, mali yardım alması ve işgücü dolaşımının serbestliği dolayısıyla Avrupa'ya yükleyeceği sosyal sorunlar olağanüstü yüksektir.

Ülkeler kendi halklarının çıkarını, refahını göz önünde tutmak zorundadırlar. İki tarafta da uluslararası ilişkilerde karşılıklı çıkarları dengeleyen anlaşmalar, birleşmeler, evlenmeler söz konusu olur. Sadece bir tarafa yarar sağlıyorsa öbür taraf bunu hiçbir zaman kabul etmez. Bu da çok doğaldır.

Gümrük Birliği ve Tek Yanlı Bağlılık
İşte bu nedenle 1987'deki tam üyelik başvurumuzu 1989'da geri çevirdiler. O zaman, -Avrupa'nın gözüyle bakıldığında- Türkiye'de demokratikleşme gibi bir sorun yoktu, Türk-Yunan ilişkileri, Kıbrıs, Ege sorunu yoktu, Güneydoğu Sorunu diye bir şey yoktu, Ermeni Meselesi diye bir sorun yoktu. Bunlar hep 1990'ların sonrası sorunlardandır.

Bu sorunlar AB'nin listesinde yokken bile, Türkiye'ye 1989'da ‘Biz seni alamıyoruz’ dendi. Ondan sonra Türkiye büyük bir hata yaptı. AB ile yan yana ve ekonomik esaslı bir ilişki düzeni kurmak yerine, siyasi sonuçları olan, yani Türkiye'nin dış politikası açısından da siyasi sonuçları olan bir kapanın içerisine girdi. Ve 1995'de tek yanlı bir belge imzalandı. Gümrük Birliği Belgesi.

Türkiye, AB'nin Gümrük Birliği sistemine dahil oldu. Bir şeye dahil olduğunuz zaman dahil olduğunuz yerdekiler kadar sizin de oy hakkınızın olması gerekir. Bir derneğe dahil olsanız bile yılda bir kez oturup herkes kadar oy verme, yönetim kurulunu seçme, başkanı seçme hakkınız vardır, yönetim kuruluna seçilme hakkınız vardır.

Bizim dahil olmamızda böyle bir şey söz konusu değil. Tek yanlılığı buradan kaynaklanıyor. Türkiye, Gümrük Birliği sistemi içine girdi ama bütün kararları Gümrük Birliği’ni yöneten diğer tam üyeler belirlemekteler. Gümrük Birliği sadece gümrük tarifeleri ve malların serbest dolaşımı meselesi değildir. AB, özellikle Maastrich Anlaşması’ndan sonra, 1993'de yürürlüğe giren dış ekonomik ticaret politikasını, bütünleştirilmiş tek bir politika olarak ortaya koydu. Yani AB'nin Çin politikası, AB'nin ABD politikası, AB'nin Latin Amerika politikası olarak, tek bir devletmiş gibi dünyaya bakmaya başladı.

Türkiye 1995'de bunu AB'ye tek yanlı bağlanmak için yapmadı. 1963'de altı tane AET üyesi vardı. Onlardan biri gibi olmak için yaptı. Bir Fransa, bir İtalya, bir Hollanda gibi olmak için yaptı. Dolayısıyla işin şekline ve ruhuna baktığımız zaman, hukuki ve siyasi açıdan 1995 anlaşması, Türkiye'nin hükümranlık haklarını tek yanlı elinden alan bir anlaşmadır.

Türkiye'nin AB'ye tam üye olmadan Gümrük Birliği’ne girmesi şu sakıncaları doğurmaktadır:

1. Gümrük Birliği demek, üye ülkelerin, kendi alanlarında gümrük birliğini sağlaması ve tek pazar oluşturarak ekonomik entegrasyona gitmesi ve;

2. Gümrük Birliği dışındaki ülkelere karşı (ABD, Japonya, bütün diğer ülkeler) tek ve ortak ticaret tarifesi, ticaret politikası, ekonomik ve mali politikalar uygulaması demektir. AB örneğinde bu ortak politikalar, yalnızca ekonomik ve ticari alanlarla sınırlı kalmamakta, uzun vadede tek bir devlet gibi bütün dış ilişkilerin ortaklaşa ve tek bir politika olarak yürütülmesini öngörmekte ve gerektirmektedir.

Onların içinde değilseniz, onların alacakları kararlara tek yanlı uyma yükümlülüğünü kabul ederseniz siz kendi meclisinizi, moda bir deyimle, baypas etmiş olursunuz. Dolayısıyla ulusal dış ticaret politikanızı da baypas etmiş olursunuz. Brüksel'den yönetilir hale gelirsiniz. Uluslararası hukuk uzmanlarının, politika uzmanlarının 1995 belgesiyle ilgili yazdıkları bütün rapor ve değerlendirmelerde bu tek yanlılık açık bir şekilde görülüyor. Zaten konuyu biraz bilen ve orta zeka düzeyindeki bir insan da 1995'de imzalanan 64 maddelik belgeyi okuduğu zaman, onun içinde en az 20 dolayında maddenin nasıl tek yanlı olduğunu görecektir.

İpler AB’nin Elinde
Türkiye, Gümrük Birliği sistemi uygulamasında AB ile ihtilafa düştüğü zaman hakem müessesesi, AB'nin Yüksek Adalet Divanı'dır. Divan’ın vereceği kararlar kesindir ve Türkiye uygulamakla yükümlüdür. Ancak Divan’da tam üyeler bulunmakta, Türkiye bulunmamaktadır. Kısaca, ihtilaflı konularda AB hem hâkim hem de taraf durumundadır. Bu gerçek hem siyasi hem de hukuki bakımdan Türkiye'yi vesayet altına sokan bir durum yaratmaktadır.
Bu yüzden Gümrük Birliği Belgesi
Türk kamuoyunda tartışılmamıştır. Tartıştırılmamıştır. Kamuoyundan gizlenmiştir. Öğretim üyelerinden gizlenmiştir. Siyasilerden gizlenmiştir, bürokrasiden gizlenmiştir. Medyanın bir kanadı, özellikle arkasındaki bu tek yanlı bağımlılığı destekleyen bir grup dolayısıyla böyle bir pazarlama harekâtına girişti. İnsanlar da bir iki yıl içinde AB'nin tam üyesi olacağız zannetti. İki yıl sonra serbest dolaşım olacak, gidip Almanya'da, Hollanda'da, Fransa'da çalışma olanağına sahip olacak zannetti. Büyük para yardımı gelecek zannetti. Türkiye'nin AB'ye ihracatı patlayacak, büyük bir kazanç sağlanacak zannetti. Oysa, çok ilginçtir, 1995'den 2000'e kadar, 5 yıllık süre zarfı içinde bütün gelişmelere baktığımız zaman, tek yanlı sistem bütünüyle AB lehine, Türkiye aleyhine çalışmıştır.

Dış ticarete baktığımız zaman 01.01.1996'dan itibaren Türkiye'nin AB'den yaptığı ithalat oranı patlamıştır. İhracat artmamıştır. Bugün de aynı trend devam etmektedir. Bugün Türkiye'nin AB ile dış ticaretinde 10 milyar dolar gibi olağanüstü bir açık söz konusudur.

Uluslararası uzman arkadaşım Dr. Andrew Mango birkaç yıl önce şöyle demişti: ‘AB, Yunanistan'a verdiği parayı sizden çıkardığı için çok mutlu. Yunanistan'a 4,5 milyar dolar verdikleri için çok kızıyorlardı ama sizden yılda 10 milyar dolar kazandılar.’

Bu bir gerçek. Sermayeye de yatırım gelmedi. Yatırım niye gelir? Yatırım, sınırları aşamadığı zaman gelir. Ekonomik sınırlar varsa, üzerinden atlamak için malı sokamıyorsa fabrikayı sokar içeri. İçerde üretmeye başlar. Halbuki siz kapıları tamamen açtığınız zaman Almanya'da ürettiği hatta Çin'de ürettiği malı tırlarla, gemilerle, uçaklarla açık kapıdan içeriye doldurur. Bugün büyük mağazalara gittiğiniz zaman yabancı mallara bakın. Bunlar 1995'e kadar Türk mallarıydı. Aynı kalitede veya birbirine çok yakın kalitelerde mallardı. Artık yerli defter bulunmaz hale geldi. Türkiye'de gıdadan, zara kadar her şeyi Avrupa malları ele geçirmiş halde.

Bugün cari işlemler açığımız 8-9 milyar dolarlara kadar yükselmiştir. Cari işlemler açığı şu demektir aslında: sizin sürekli dışarıdan borçlanma gereksiniminiz demektir. Dış ticaret açığınız olur, onu kapatırsınız. Biz bunu 5-6 yıl önce kapatabiliyorduk, ya da başa baş gidiyordu. Bugün 8-9 milyar dolarlık cari işlemler açığımız oldu.

Yazdığım kitaplarda Türkiye'nin AB'ye alınmayacağını bildiğim için şunu demiştim: Türkiye imalat sanayii ürünlerinde serbest dolaşımı kabul etsin. Ama Norveç modelini uygulayalım.

Konu Basi
Yazinin Devami
 
 
 
Top