Send Your Comments

 
Farklı Modeller

Norveç halkı da AB'ye girmek istemedi. Petrolü bulduktan sonra çok zengin oldular. AB bütçesine zengin bir ülke olarak fazladan bir katkıda bulunup, diğer ülkelerin vatandaşlarını zengin etmek istemedikleri için katılmak istemediklerini belirttiler. İsviçre de katılmadı. Ama Avrupa Ekonomik Bölgesi çerçevesinde, bir nevi serbest ticaret bölgesi olarak, AB pazarıyla bütünleşme içindeler. Tabii ki bizim gibi tek yanlı bir bütünleşme değil. Avrupa Ekonomik Bölgesi Anlaşması dengeli, Norveç'in ulusal çıkarlarını 15'ler karşısında koruyan bir anlaşmadır.

Biz 1995'de tam üye yapılmadan, bir tam üye gibi yükümlülük aldık. Şu anda Türkiye'nin AB karşısında ekonomik, ticari vb yükümlülüğü bir tam üyeymişiz gibi elimizi taşın altına sokmaktadır. Buna karşılık tam üyeliğin hiçbir artısından yararlanamıyoruz. Kurumlarda yer alamıyoruz, mali yardım verilmiyor, işgücü serbest dolaşımından insanım yararlanamıyor. Tamamen tek yanlı bir düzenleme. Zaten Aralık 1999’daki Helsinki Doruğu'nda Türkiye'nin aday yapılmasının arkasında iki neden var. Bunlar:

1. 1995'te kurulan tek yanlı ve AB yararına çalışan statüyü sürdürebildiği kadar sürdürmek. 20, 30, belki 40 yıl.

2. Türkiye üzerindeki bazı hesapları ve dayatmalarıyla önemli konularda bazı ödünler almak. Ege, Kıbrıs, Güneydoğu hatta Ermeni Meselesi..

Dolayısıyla Türkiye'nin 1999'da aday yapılması, Türkiye'nin AB'ye alınmasını amaçlamıyor. O, yakamıza takılan göstermelik bir rozettir. Çünkü Türkiye'nin aday yapılması, AB için yükümlülük getirmemektedir. Bizi aday yapmadan 2-3 ay önce, Ekim 1999'da AB'nin genişleme politikasını değiştirdiler. Genişleme politikasında AB, dışarıdaki ülkelere karşı, adaylara karşı inisiyatifi tamamen Brüksel'e veren bir mekanizma kurdu. Bu yeni genişleme politikasının ilkeleri de şunlardır:

1. Bir ülkenin aday olması ileride mutlaka tam üyelik görüşmelerine geçileceği sonucunu doğurmaz.

2. AB'ye hiçbir mali yükümlülük getirmez.

3. Aday, bütün ev ödevlerini yapsa, AB'ye girmeye hazır olsa bile o ülkenin girişi AB içinde ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar yaratıp, dengeleri bozuyorsa, AB o ülkeyi almaz.

Sanki Türkiye için yazılmış bir yeni genişleme politikası metni. Olayın bir de başka bir yönünü inceleyelim. 12'ler diye adlandırılan ülkeler vardır. Bunlar yakın zamanda AB'ye alınabilecek ülkeler. Başta Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovenya… Zaten onlar entegre olmuş durumdalar. Bulgaristan ve Romanya onlardan evvel aday oldular ama ‘onların durumlarını da 10 yıl sonra bir daha değerlendiririz’ diyorlar. Moralleri bozulmasın diye de ‘6-7 sene sonra tam üyelik görüşmelerine başlarız’ diyorlar. Bu görüşmelerden 5 sene de çıkabilir, 25 sene de…

Kim Daha Avrupalı?
Türkiye bugün 65 milyon ve genç bir nüfusa sahip. Nüfus artış oranı onlara göre çok yüksek. AB, Türkiye'yi alacak da Ukrayna'yı dışarıda mı bırakacak, Rusya Federasyonu'nu dışarıda mı bırakacak? Herhalde Rusya Federasyonu, Türkiye'den çok daha Avrupalıdır onların gözünde.

Buna bir de Türkiye'de yetişmiş bir insan olarak, Erol Manisalı olarak bakmayalım. Kitaplara bakalım. Tarih, sosyoloji, siyaset kültürü olan kitaplara şöyle bir baktığımız zaman, Türkiye'yi Avrupa'nın nasıl algıladığına baktığımız zaman Türkiye, Rusya'dan da, Ukrayna'dan da, Beyaz Rusya'dan da çok daha gerilerdedir. Türkiye Asya'nın, Doğu'nun, Avrupa'nın dışında, Avrupa'ya yabancı kabul edilen bir ülkedir. Bu konu hakkında Avrupa'da iki tane ciddi araştırma yayınlandı.

On bin denekli, Türkiye-AB ilişkilerini inceleyen bu araştırmalardan birinde; AB üyesi ülkeler içinde sokaktaki insanın %21'i Türkiye içeri girsin derken, %79'u Türkiye Avrupa'nın dışında kalsın diyor. %80 dolayında Türkiye karşıtlığı var. Bu araştırmanın sonuçları medyada özel olarak yer aldı. Araştırmayı yönlendiren kurum yanlış yönlendirme yaptı. O oranları nasıl değiştirmişse %30 -70 oranında değiştirmişler.

Giriş özetini okuduğum kapsamlı araştırmada da 5 Avrupalıdan 4'ü Türkiye'nin AB’ye girmesine karşı. Üstelik bu sokaktaki insanlar, genellikle Türkiye'nin AB'ye üye olduğu zaman katlanacağı yükleri bilmez. İşgücü dolaşımının serbest olacağını, yardımları, bir kısmı bilir, bir kısmı bilmez. ‘Girsin canım, ne olacak’ diye bakanlar da Antalya, Bodrum, Marmaris'e gelip turistik gezi yapanlar. AB'nin Avrupa'ya getireceği gelir transferi açısından yükümlülüklerini tam olarak bilmediği için bunu iyimser bir şey olarak görmekte. Türkiye'nin tam üyeliği durumunda Avrupa'nın ödeyeceği bedel çok daha keskin olurdu. %5, %95 gibi bir noktaya çekilebilirdi.

‘Gelecek Sene’ Diye Diye...

Türkiye gelecek sene tam üyelik görüşmelerine başlayacak ve bunu politikacılar söylüyor. 1995 yılında da bu ifadeleri duymuştuk. 1995 yılında Gümrük Birliği Belgesi imzalanırken o zaman şunu söylemişlerdi. ‘Bir veya en fazla iki yılda AB'nin içindeyiz’. Gazetelerde bunlar yer aldı, politikacılar söyledi. Dinleyenlerin yanlış yönlendirilmiş olmasından ve doğal olarak konuyu teknik olarak iyi bilmemesinden dolayı insanlar bu şekilde istismar edildi. Bazı siyasi liderlerle bu konuyu son 6-7 yıl içinde baş başa konuştum. Yalnız konuştuğum zaman bana hak verdiklerini gördüm. 3-5 ay sonra veya bir iki sene sonra bana haklısın diyen siyasiler başka şeyler söylemeye başladılar.

Kıbrıs’ın Kaderi
Kıbrıs'ta iki devlet var. Güney Kıbrıs Rum kesimi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC). AB Türkiye'yi on veya sekiz sene sonra alacak olsa şunu demesi gerekmez mi? ‘Ben şimdi Türk Devleti'ni de alayım, Rum Devleti'ni de… On sene sonra üçünü birlikte alırım. Nasıl olsa sınırlar kalkacak, işgücü dolaşımı serbest olacak, tek vatandaşlık olacak o zaman. Zaten içeride kendiliğinden çözülmüş olur’. Öyle demiyor, ‘Kıbrıs meselesini benim istediğim gibi çözeceksin’ diyor ve bunu da dayatarak söylüyor. ‘Aksi halde seninle ilişkilerim gelişmez’ diyor. ‘Aynı ülkenin içinde gibi sınır kalkınca sorunu içeride çözelim’ demiyor, önce AB kanalıyla Yunanistan'ı dolaylı ilhak etmek istiyor. Çünkü yarın Türkiye'nin AB'ye alınması kesinlikle söz konusu değil.

Kıbrıs Rum yönetimi AB'ye tam üye olursa, bunun doğuracağı sonuçlar şunlardır:

1. Kıbrıs Rum yönetimi, Yunanistan'a ilhak edilmiş olur. Yerleşim serbestliğinden, dış politika, dış savunma, dış ekonomik ilişkilerde, AB şablonu içine giren Kıbrıs Rum yönetimi, "öncelikle Yunanistan ile ekonomik, sosyal, politik ve askeri entegrasyona" gitmiş olur.

2. Tüm adayı temsilen, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak AB üyesi durumuna gelen Rum yönetiminin talebi üzerine, KKTC üzerinden artık yalnızca Rum yönetimi değil, tüm AB, bir bütün olarak baskı yapar ve Türkleri, aynen Batı Trakya Türkleri gibi herhangi bir azınlık durumuna getirir.

Bu bakımdan, Türkiye, Rum yönetiminin AB üyeliğine kesinlikle karşı çıkmalıdır. Ankara ancak, adada iki devletin varlığı kabul edilir ise sadece Kıbrıs devletinin AB'ye üyeliğine evet diyebilir.[3]

Şu da düşünülebilir; Ukrayna, Rusya, Beyaz Rusya ileride, geleceğin Avrupa Birleşik Devletleri'nde neden olmasın? Türkiye'de, Rusya'da, Ukrayna'da, Beyaz Rusya'da topladığımız zaman, Rusya 150 milyon, Ukrayna 50 milyon, Türkiye de bugün 65 milyon, Beyaz Rusya'yı da koyun 10 -15 milyon nüfusa sahip. Bunlar Batı Avrupa'nın nüfus ağırlığına sahip çok fakir ülkeler. Avrupa'nın kendi refah seviyesini bir kalemde silmesi gerekir. Batı Avrupa bir refah topluluğu, insanlar bir işçisinin, insanının işsiz kalmasını istemiyor. Kendi rahatına ulaşmış, kendi sağlık eğitim vs’ den özveride bulunmak istemiyor. Ne diye kendisini bir bakıma ezecek olan bu ülkeleri içine alıp da kendi refahını aşağıya indirsin.

Dünyanın gelişmesi açısından ne yapıyorlar diye ülkelere bakıyoruz. Kendi toplumlarının refah seviyelerini yükseltebilmek için tank gönderiyorlar, top gönderiyorlar, uçak gönderiyorlar. Petrolü ben kontrol edeceğim, diyor. Neden? Kendi toplumu ondan refah sağlasın. Biz de öyle olmayacak diyoruz. Ne yapacak? Onlar gönüllü olarak kendi refah seviyelerini yarı yarıya indirip bizi içeri alacaklar. Bunun hiçbir mantığı yok. Ne siyasal, ne ekonomik, ne kültürel, ne de sosyal…

Hıristiyan Kulübü

AB, açık olarak söylemese de bir Hıristiyan kulübüdür. Artık televizyonları buradan çok rahat seyredilebiliyor. Açtığınız zaman Avrupa'nın kanallarını, uydu yayınında kanalların 4/3'ünde ne vardır: Kilise ve ayin… Avrupa kozmopolit değildir. Hatta iki yıl önce Avusturya'da aşırı sağ muhafazakâr parti koalisyona girdi. Hayder'in partisi. Doğu tehdidi kalktıktan sonra Doğu’dan tehdit gelmesin diye, kendi içindeki bu kimlik meselelerini bir kenara itmişler. SSCB tehdidi kalkınca artık kendi doğal tarihsel gelişimlerine kültür de dahil olmak üzere daha farklı bakmaya başladılar. Dışarıya farklı bakmaya başladılar. Yukarıdakiler ve aşağıdakiler, içeridekiler ve dışarıdakiler diye.

Bugün AB açısından Türkiye'nin yeri 'meda' içindedir. Yani Akdeniz ülkeleri, Kuzey Afrika ülkeleri; Fas, Cezayir, Mısır, Tunus, Lübnan, İsrail onlar içinde. Mesela Fas'a ne kadar gıda ve teknik yardımı yapacaksa Türkiye'ye de o kadar yapıyor.

AB, Kanun Tanımaz
Üniversitede veya dışarıdan insanın, ‘bu koşullar altında ve ne pahasına yararlanırım’ diyerek bunu bir özeleştiriyle algılaması gerekir. Ne pahasına kısmı göz önünde tutulmuyor, bilmem ne projesi gelirse -10, 15, 20 bin dolar- üniversitemizde yapılır hale geliyor. Geçenlerde bir gazetemizde Kıbrıs Doruğu’nda çıkan bir sonuçtan çok rahatsız olmuş, "Kurumlarımıza ne söyleyeceğiz?" başlıklı bir yazı yazmıştım. Avrupa, Kıbrıs sorununun 1993'e kadar dışındaydı, 1993'te devreye girdi. Üstelik Akdeniz politikası değişerek ve uluslararası anlaşmalara aykırı olarak devreye girdi. AB'nin Kıbrıs Rum yönetimiyle doğrudan ilişki kurması uluslararası hukuk açısından geçersizdir. Çünkü Güney Kıbrıs Rum yönetimi fiili bir durumdur.

1960 antlaşmalarında iki ayaklı bir devlet söz konusuydu. Ayaklardan sadece biridir Rum ayağı, bunun bir de Türk ayağı var. Rum ayağının adanın tümünü temsil ediyormuş gibi Brüksel'le görüşmesi 1959-60 Londra, Zürich Antlaşmaları'na tamamen aykırıdır. Bu teknik bir şeydir. AB karar alıyor ve Ankara'ya dayatmada bulunuyor. Ankara da dayatmaya karşı durumu dengelemek için pozisyon alıyor. Ankara'nın Türkiye'nin çıkarlarını üstün tutmak değil, dengelemek için yaptığı çıkışı bile ‘Aman çok kızarlar, Brüksel'i kızdırmayalım sonra üstümüze gelirler, sonra biz torunlarımıza ne deriz’ şeklinde Türk kamuoyuna sunmak kadar toplumu küçültücü, aşağılayıcı bir şey olamaz.

Bu, Atatürk 1919'da Anadolu'da bağımsızlık için savaşırken işgal basınının, İngiliz, Fransız basınının Atatürk'ü hain ilan eden yayımlarını hatırlatan tutumdur. Bizler yarın da torunlarımızın Atatürk torunları olmasını istiyoruz. Vahdettin torunları değil. O ayrımı bugün iyi görmemiz gerekiyor.

Türkiye Ne Yapacak ?
Türkiye-Avrupa ilişkilerinde Türkiye'nin karşılıklı çıkarlarını koruyacak şekilde bir durum alması gerekir. Ekonomik olarak çok büyük çıkarlarımız vardır, Türkiye Avrupa'ya arkasını dönemez. Bu, Türkiye'nin AB'ye tek yanlı bağlanması ve yarı mandası olması anlamına gelmez. Türkiye'ye bunu yapmak isteyenler ki, bunlar vatan hainidir, niye bunu istiyorlar hiç düşündünüz mü?

Özellikle büyük sermayenin belli bir kesimi şöyle bakıyor hadiseye: ‘Türkiye Ankara'dan mı idare edilecek? Bağımlı olarak, yarı bağımlı olarak, manda olarak Brüksel'den edilirse daha bir huzur içinde olurum’. Ve kendine göre pratik nedenleri de var, gerekçeleri var. ‘Ankaradakilerle uğraşacağıma Brüksel'den işimi daha kolay halledebilirim. Ankara'nın ne olacağı belli olmaz’ diyor. Bakıyor, ‘askeri gelir, şusu gelir, busu gelir işime karışır; senin fabrikan ne oluyor bakalım, danışalım görüşelim’ diyor. ‘Brüksel'e bağlı olduğum zaman, tek yere bağlı olduğum zaman Ankara'dan da Brüksel'den de kurtulurum’ diyor, böyle bakıyor hadiseye.

Sonuç ...
İçeride bizim bazı sorunlarımız var. Bu dış ilişkilere yansıyor, içeride toplumsal demokrasi yok. Toplumsal demokrasiyi şöyle algılıyorum: Ülke insanının kendi çıkarlarını demokratik yöntemlerle mecliste çıkar grubunun büyüklüğü ölçüsünde yansıtabildikleri ve bana göre hükümetlerin uygulama politikaları belirleyebildikleri bir yapı.

Mecliste tarım kesiminin, işçinin çıkarı korunmalıdır. İçeride bu denge olmadığı için, bazı dar kesimler iç yönetimde hakim oldukları için, özellikle büyük sermayenin sayısı, Türkiye'nin dış ilişkilerine içerideki bu çarpıklık nasıl yansıyor? Türkiye-AB ilişkilerinde 1995'te yaptığımız tek yanlı bağımlı anlaşmalar altyapı şeklinde yansıyor. Yani sosyal demokrasi yoksa, dış ilişkilerde de Türkiye ulusal çıkarlarını dengeleyecek ilişki düzenini kuramaz. Dışarıdaki ilişki düzeni içerideki o dar çevrenin istediği ve onun çıkarları doğrultusunda belirlenir haldedir. O zaman işte 1995 belgesi imzalanıyor, o zaman Ankara'da dengeli bir çıkışa, ‘ne deriz’ şeklinde ifadelerle bakılır hale geliyor.

Özellikle 1995 yılı çok dramatik ve dış politika bakımından talihsiz bir yıl oldu. Bu ibret alınacak olaylar, Türkiye'de bazı çevrelerin, ulusal politikalarda ne tür olumsuz sonuçlar doğurabileceklerini de göstermektedir.

İşin ilginç yanı, Susurluk benzeri olayların da aynı dönem içinde büyümesidir. Ahlaki değer yargılarındaki bozulmaların halkaları politika-ekonomi ekseni üzerinde, bir tarafın çürüme özelliği gösteren ve mafyayı öne çıkaran bir boyut sergilemiş, diğer yandan da ulusal çıkarları ayaklar altına alan dış politika yanlışları yapılmıştır. Ekonomi-politika ekseninde, bu bozulmalar, belli kişi ve gruplar çevresinde odaklanmaktadır. Bu, kesinlikle bir rastlantı değildir.

Konu Basi
Yazinin Devami